Ölümcül bir salgının tam ortasında gördüğüm bir rüyaya ağıt!

Cengizhan Çelik
5 min readOct 13, 2021

--

Severim böyle büyük, çarpıcı başlıklar altına yazılar yazmayı. Kimi zaman, hatta çoğu zaman beni romantiklikle suçlamaları da hep bu yüzden ama bu sefer realist bir başlık bu!

Ciddiyim!

Covid19 belasını ölümcül bir salgın olarak ifade etmeye kim karşı çıkabilir! İnsanlık tarihinin İspanyol gribinden sonra gördüğü en kokunç salgın ! Tam ortasında olduğum ise tartışmaya kapalı bir gerçeklik

Malum 5 gündür evde kendi izolasyonunda olan bir vakayım. Öyle tanımlıyor beni bakanlık. Vaka olarak isimlendiriyor. Belki de hasta olmalıydım bilmiyorum bu zamanlar bu iki kavram arasındaki kafa karışıklığı had sahfada

Ölümcül bir salgının tam ortasında olduğum konusunda artık hemfikirsek gördüğüm rüyaya ağıt kısmına geçebiliriz!

Bu sefer onu sonra anlatırım demeyeceğim söz! Malum onu sonra anlatırım dediklerimi anlatamadan geçen bir ömrüm oldu. Ama öncesinde madem ki söz uçuyor, yazı kalıyor şu hastalık sürecimdeki günlerimi de bir iki cümleyle de olsa kimseleri ilgilendirmese bile çağa olan borcumuzu ödercesine yazalım

E kolay mı, salgınlar, darbeler, kitlesel göçler, yanı başımızda çıkan içsavaşlar görmüş neslin temsilcileriyiz. Kimse okumasa da yazmak zorundayız bazı şeyleri.

Önceleri büyük bir korku vardı herkeste. 1 vaka çıkınca ülkeler panikliyor, milli güvenlik kurulları toplamıyordu. İnsanız ya her şeye alıştığımız gibi buna da öyle alıştık ki (ya da alışıtıldık) artık mahallelerimizde selalar okunduğunda sadece dinlediğimiz şarkıya ara verip hayata kaldığımız yerden devam ediyorduk.

Artık panik yoktu, artık endişe de yoktu. Bir de aşı bulunmuştu ki o günden sonra artık bana bir şey olmaz aşılarımı oldum ruh haliyle yeni normal hayatlarımızdaydık. Hibrit bir normallikti bu hastalık hala ensemizde, hala yoğun bakım ünitelerinde bir nefes uğruna tüm zenginliği verecekler varken bizler sinemaya gidiyor, konserlerde, maçlarda hayata olan tutkumuzla yaşıyorduk

Böylesi bir ortamda beni ele geçirdi gözle görünmeyen toz parçacığı büyüklüğündeki düşmanımız. Klasik sepmtomlar, bilinen hikaye…

Aşı olunca asemptomatik geçirisin diyenlere inat öksürük krizleri, yataklara düşüren halsizlik, eklem ağrıları ve korkunç baş ağrısı!

Geç bunları anam babam geç dedim de geçti hepsi. Bu süreçte şunu da fark ediyorsunuz evlilik kurumunun iyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta kısmındaki hastalık kısmında bir ailenin ne anlama geldiğini

Bir odada tek başınayken metabolizbanı güçlendirmek için yanınızda aileniz olması gerçekten büyük bir şans. Sadece fizyolojik olarak güçlü kalmanız yetmiyor bu hastalıkta çünkü bir de psikolojik olarak ayakta durmanız var!

Odanın diğer ucunda Sina’nın sesini duyuyor olmak, Candan’ın mutfaktaki varlığını bilmek en baba vitamin haplarından, en kral antibiyotiklerden daha güçlü bir katkı sağlıyor bünyeye

İyi ki varlar!

Bir tek onlar mı?

Ailenin hayalet hikayesi olabilirim evet, görünmeyen, konuşmayan, asosyal yabancısı olsam da içimde yaşadığım ve yaşattığım aileyi bu anlarda biraz dışarıya vuruyor olabilirim

Ablanın yolladığı kemik suyu çorbasından, annenin patlıcan kebabını fırına verip sepetle sallamasından, abinin her an teyakkuzda olup diken üstünde olmasından değil tabiki de! :)

Babama gelince onun dünyayı umursamayan tavrının altında yatan rahat olun her şey geçer fikrini görmüyor değilim. Babamdan aldığıma gurur duyduğum en müthiş karakter geçişinin bu olduğu için de kendimi şanslı sayıyorum. Bu fikirin insana nasıl bir güven verdiğini anladığınızda aslında ne kadar zor bir şeyi becerdiğinizi anlıyorsunuz

Şimdi hasta pskolojisi ve duygusallığı içinde ödül törenlerinde tüm sevdiklerine ayrı ayrı teşekkür eden adam konuşması yapacak değilim ama eve ekmekle tuz getiren insanlardan, portakal suyundan sıcak simite kadar her sabah, her akşam sepete bir şeyler koyan insanlarla çevrili bir hayatı tarihe not düşmek istedim

Bu arada yemekler demişken burnumdaki koku duygusunun gidişne her sabah sanki ilk kez yaşıyormuşcasına hayret ediyorum. 80 derecelik alkollü kolonyayı yüzüme boşaltmama rağmen hiç koku duymamam o kadar garip ki anlatamam!

Bir de iştah meselesi var; Normalde düşermiş, iştah kesilirmiş ama yemek yemeyi bir eylem olarak seven ben bu fırsatı kaçırır mıyım? Annemi arayarak patlıcanlı kebap siparişi vermiş olmam iştahımla ilgili bütün hikayeyi özetliyordur sanırım. Candan’ın bu süreçteki menüsünü de yıllar boyunca hatırlayacağım

Yine tam bana yakışır bir şey oldu ve size bir rüyaya ağıt yazısı yazacakken o kadar detay hikaye anlattım ki. Hem bunlardan size ne ya! Olsun Oğuz Atay’ın Bilge’ye dediği gibi;

Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.

Aynen öyle yazdıkça iyileşen, yazdıkça kendini bulan, yazdıkça var olan bir adam oldum. He bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, bu dinlenme sürecinde ‘Bağlantı’ isimli öyküyü tamamlamak üzereyim. İnsanın zihnine ölüm fikri düşünce tamamlamak istiyor yarım kalanları

Yarım kalan her şeyi tamamlamaya ne gücü yetiyor, ne de imkanı ama olsun tamamlamak zorunda olduklarının peşine düşüyor bu anlarda!

Bu öyküyü bitirmeden gitmek istemiyorum zaten. Meçhule giden bir gemi kalkacaksa bu limandan bağlantılar arasındaki gizemi anlatmalı eşe dosta

İnsanın nasıl da bağlantısız kalamayacağını!

Tamam artık şu rüyaya ağıt yakarak yazıyı bitirebiliriz

Dün gece hastalığım açısından ilginç bir geceydi. Vücdumun her reaksiyonunu bir işaret olup olmayacağı konusunda dikkatlice izliyorken dün gece beni uyutmayan ilginçliklerin peşindeydim. Biraz kendimi dinledim, akciğerlerimle iletişim halindeydim. Ciğerlerimde olduğunu düşündüğüm küçük virüslerle falan konuştum (Hayır delirmedim arkadaşlar size metaforik anlatıyorum dün geceyi)

Zaten o virüslerle konuşuyor olsaydım onlara şey derdim;
‘Yani af edersin ama o boğmaya çalıştığın benim akciğerlerim!’

Neyse bu ruh hali içinde uyudum, uyandım!

Hem de ne uyanma. Uyanır uyanmaz şu tweetleri attım

Size bir gün sadece bu rüyanın benim hayatımdaki izdüşümlerini anlatmak isterim. Geminin ne demek olduğunu, yolculuğun, yolun, yolda olma halinin, o gemiden inerken hissetiklerimin, eve ulaşmaya çalışırken düşündüklerimin, Üsküdar’ın, tepelerinin, riskli geçişlerin ve bunlara teşebbüs edemeyişlerin sonrasında da küçücük bir hatayla uçurumdan düşüşlerin!

Ölüşlerim, yeniden doğuşalarım !

Hastalığımın en ilginç gecesinde bana hayatımın özetini bir film şeridi gibi olamasa da metaforik anlamda bir şaheser sayılacak bir rüyayla gösterdiğin işin sana şükürler olsun Ya Rabbim!

Bir de bu rüyanın sinematogifisi konusu var ki onu da Onur’la konuşurum sadece!

Öyle işte rüyaya ağıt falan yakacağım yok. Sadece hayatımın merkezinde olan ve beni tam anamlıyla anlatan bir kelime oyunu yaptım! Onu da bir kaç kişi anladı sadece. Tıpkı söylediğim her şeyi anlayan bir kaç kişinin olması gibi!

Rüyayı Twitter’a yazdığımda bir arkadaşımın ‘Gözümüzün önünde tertemiz delirdin’ demesi sonrasında bu yazıyı yazmak istedim

Ya da yazmak için bir bahane üretmek istemiş de olabilirim!

Ama yazmasaydım işte o zaman delirirdim.

Tıpkı kalemini elindeki bıçağıyla yontan, sonra da öpüp yazmaya başlayan Burgazadalı Master Yoda gibi!

--

--