Victor Hugo’nun meşe tohumu, Stefan Zweig’in hayali, bizim de 61 yıllık serüvenimiz; AB

Cengizhan Çelik
12 min readMay 10, 2020

--

Viktor Hugo 1870 yılında evinin bahçesine bir meşe tohumu ekti. Umuyordu ki o ağaç büyüyüp geliştiğinde bütün Avrupa uluslarını bir araya getiren Birleşik Avrupa Devletleri hayali gerçeğe dönüşmüş olsun.

Bu hayale çok benzer bir düşün peşinden geçen bir ömür de dünyaca ünlü Edebiyat insanı Stefan Zweig’dı. Zweig’ın hayali birleşik bir Avrupa’ydı

Ve ne yazık ki kıtasında iki büyük cihan harbi gördükten sonra Latin Amerika ülkesi Brezilya’da eşiyle birlikte intihar etmişti. Ancak Zweig’in ölümü ve Victor Hugo’nun o meşe ağacından yıllar sonra bu hayaller çok yaklaşılmıştı

Avrupa’nın 6 devletinin imza attığı Paris anlaşması ile bütünleşme yolunda dev bir adım atıldı

Bu tarihi adımını adı Avrupa kömür ve Çelik Topluluğuydu

Tarihler 25 Mart 1957’yi gösterdiğinde 6 Avrupa ülkesi bu kez Avrupa ekonomik topluluğunu kuran Roma anlaşmasını imzaladı.

İşte bu anlaşma Avrupa Birliği’nin temelini oluşturuyordu

İsterseniz size çok ama çok basit bir metaforik anlatımla Avrupa Birliği’nin hikayesini anlatayım; Avrupa Birliği’nin temellerini atan isimler aslında politikacılar ya da askerler değildir

Avrupa Birliği düşünürlerin, edebiyatçıların, bilim insanlarının ortak fikriyle oluşturulan bir formüldür

Bu formül de çok ama çok basittir

Bu formülü çizenler backround olarak tüm Avrupa’nın geçmiş deneyimlerini özümseyen Benelüx ülkelerinin düşünürleriydi

Yani Belçika, Hollanda ve Lüxemburg!

Bu 3 ülkenin inşaa ettiği ekonomi birliğinin temelinde yatan gerçeklik İkinci Dünya savaşının ağır yıkımından çıkan kıtada artık bir daha savaş olmaması için bir ekonomik bağlılıktı

Bunu da dediğim gibi çok basit bir formülle yaptılar

1 /Demir üreten bir ülke sadece demir üretecek ama pirinç üretmeyerek onu komşusundan alacak

2 / Komşusu da Demir üretmeyecek ve buğdayını diğer komşusundan alacak

3 / Buğday üreten de bulgur üretemeyecek ve bu zincirin halkaları birbirine muhtaç ülkeler şeklinde genişleyecek

Evet Avrupa Birliği’nin temelinde bu ekonomik bağ yatıyor !

Bu ekonomik bağlarla birbirine bağlanan Benelüx’den sürreal sınırları olan koca bir imparatorluk

Özetle Avrupa Birliği dediğimiz şey bizlere her ne kadar ilişkilerimiz iyi olduğunda büyük bir pazar, kötü olduğunda ‘Hristiyan Birliği’ olarak ifade edilse de son tahlilde temelinde hümanist bir manifesto olan, tüm Avrupa yurttaşlarının refahını düşünen, insan haklarına duyarlı, demokratik bir yönetim biçiminin bir model olarak kendisine bağlı olan ülkelerle paylaştırılmış olması

Aslında Osmanlı’daki Ademi Merkeziyet sisteminin başarılı bir günümüz uyarlaması bile denenebilir.

Ve Avrupa Birliği tarihini yazanlar üye bütün devletlerle ilgili birer ikişer cümle yazacakken Türkiye için en az AB tarihi kadar alan açmaları gerekecek

Çünkü Türk Siyasal tarihi ile Avrupa Birliği tarihi aslında kan kardeşler

Kimi zaman yakınlaşan, kimi zaman kavga eden ama hiç bir zaman kopmayan kardeşler

Hatta kimi zaman Neşeli Aile filmlindeki gibi gizlice pastanede buluşan kardeşler gibi!

İki kardeşin de birbirine karşı hatalarıyla dolu tarihleri

Önemli olan kin tutmadan, nefreti büyütmeden bu hatalardan ders alarak ilerlemek!

Gelelim Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerine;

Türkiye’ye geçmeden önce Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin güçlenmesi için aklıma iki önemli gazetecinin çabaları geliyor

Her ne kadar PostKorona dönemde yıkılacağı konuşulsa da olur da güçlenir ve ayakta kalırsa ve Türkiye de bu sisteme girerek artık küresel en büyük oyun kurucu olursa o gün Türkiye’de iki mezarlığı ziyaret edip birer karanfil koyacağım

İlki rahmetli Mehmet Ali Birand diğeri de Hrant Dink’in mezarları

Çünkü bu iki isim de ömürlerini Avrupa Birliği — Türkiye ilişkilerinin güçlenmesine adamış isimlerdi

Çünkü iki isimde Türkiye’nin antidemokratik yönetim tarzlarından çok çekmiş, darbelerden, darbecilerden illallah etmiş isimlerdi.

Çünkü iki isim de demokrasinin, insan haklarının, basın özgürlüğünün olmadığı iklimlerde nelerin olabileceğini çok acı hikayelerle görmüştü

Ve ne yazık ki biri bu bahsettiklerimizin olmamasının bedelini canıyla ödedi

O nedenle Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde bu iki isim sembol isimdir !

Ve gelelim konumuza

31 Temmuz 1959’dan bu yana yani tam 61 yıllık rüyaya !

İlk başvurumuza

Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun girişimleriyle Avrupa ekonomik topluluğuna 31 Temmuz’da başvurduk

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kısır döngüsü ne yazık ki her güzel gelişme teşebbüsünün bir askeri darbelerle sekteye uğratılmasıdır

Açın bakın tüm darbeleri aslında o darbelerin nelerin önünü kestiklerini!
Buna 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü de dahildir
PostModern darbe olarak ifade edilen 28 Şubat da !

1960 Darbesine rağmen Avrupa bize kapılarını kapatmadı ve uzun ince bir yola 1963’te Avrupa ekonomik Topluluğu’nun Türkiye’nin yapmış olduğu başvuruyu kabul etmesiyle başladık!

1963 senesinde İsmet İnönü Avrupa Ekonomi Topluluğunu şu ifadelerle tanımlıyordu;

Beşeriyet tarihi boyunca insan zekasının vücuda getirdiği en cesur eser.

Size Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkilerini kronolojik şekilde anlatmaya çalışacağım

1963 Senesinde Avrupa ekonomik Topluluğu Gümrük Birliği’nin fiilen yürürlüğe girmesi için Türkiye’ye yirmi iki yıllık bir süre tanımıştı.

Bu arada takvimler 12 Haziran 1975’i gösterirken Yunanistan topluluğa tam üyelik başvurusunda bulundu

20 Temmuz 1974'te Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan ortaklığının Ayşeyi tatile çıkararak Kıbrıs halkına barış götürdüğü yıl Yunanistanla olan ilişkilerimizi göz önüne alırsanız bu olayın ilişkilerde çok önemli bir köşe başı nokta olduğunu da fark edersiniz

Türkiye bu yıllarda bir yandan uluslararası arenada tek başına mücadele ediyorken bir yandan da tarihinin en ciddi ekonomik sınavlarından bir tanesini veriyordu

O Kemal Sunal filmlerinde gördüğümüz tüp kuyruğu sana yağ, ekmek kuyrukları tam olarak bu döneme denk düşüyordu.

Türkiye ekmeğinin derdine düşüp unuttuğu Avrupa Rüyasının hayallerini bile kuramadan yine Tank sesleriyle güne uyandı

Bu sefer 12 Eylül 1980’de askerin postalı demokrasinin üstünden geçti

İnsan hakları çığlıklarını tank sesleri bastırdı

Türkiye ve Avrupa ekonomik Topluluğu ortaklık Konseyi 1986 yılına kadar Bakanlar düzeyinde toplanamadı.

Almanya başta olmak üzere üye ülkeler artan siyasi iltica taleplerini gerekçe göstererek 12 Eylül darbesini takiben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulamaya başladı.

Kenan Evren’in 2020 yılında bile Instagram neslinin hayatını zehir edebilme gaddarlığı diyelim netekim geçelim

Ve gelelim Türkiye’nin sadece Avrupa’ya değil serbest piyasa ekonomisine, dolara, marka, yabancı sigaraya, yabancı sermayeye açılan kapısının anahtarını elinde tutan tonton lider Özallı yıllar

Nasıl ki Mehmet Ali Birand’ı ve HranT Dink’i andıysak Türkiye Avrupa birliği ilişkilerinde Turgut Özal’ı da kesinlikle çok özel bir yere koymamız gerekiyor

Özal’ı sevabıyla günahıyla değerlendirir, seversiniz sevmezsiniz ancak bir topluma özgüven aşıladığı gerçeğini kimse inkar edemez

Bu özgüvene dönemin ruhu liberal politikaları da ekleyince Türkiye için yeniden Birleşik Avrupa’nın çok önemli bir parçası olma hayali kurması olağan bir sonuçtu

Ve Turgut Özal 1987 senesinde şu açıklamalarla tarihi bir başvuruyu Avrupalı meslektaşlarının masasına bırakıyordu

Berlin Duvarı’nın yıkıldığı ve Avrupa’da da liberal rüzgarların estiği bir iklimde

Demir Leydi Margaret Thatcher ve Amerika’nın Holywood’dan ihraç ettiği başkanı Ronald Reagan’la neredeyse kanka olan Turgut Özal’ın Türkiye’sinin başvurusuna bu sefer başka bir gözle bakıyordu Avrupalılar

1992 senesinde Avrupa adıyla sanıyla ve hatta yazılı kurallarıyla koca bir birliğe resmen Maastricht anlaşmasıyla geçmiş oldu

Kısacası nasıl ki İngiltere yıllarca ligi oynattı da 90’larda Premier Lig halini aldıysa

Avrupa Birliği de bu anlaşmayla bugünkü modern birlik görünümünü elde etti ve bizim de çok sıklıkla duyduğumuz Kophenhag Kriterleri ortaya çıktı

Birliğe katılmak isteyen bütün ülkeler için getirilen Kopenhag kriterleri vardı artık

Biz ne yazık ki adını değiştirip Ankara Kriterleri diyerek yoluma devam edemedik ama olsun!

Ve geldik tarihi anlaşmaya

1995’in son günü soğuk bir kış akşamında Avrupa Birliği — Türkiye arasında tarihi bir anlaşma daha imzalanıyordu

6 Mart 1995 tarihinde Ankara Anlaşması ile kurulan Avrupa Topluluğu-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin uygulama kararı almasıyla

31 Aralık 1995 tarihinde yürürlüğe giren gümrük birliği anlaşması imzalandı

Bu anlaşmayla Ticari ürünler, her iki taraf arasında herhangi bir gümrük kısıtlaması olmaksızın satılabilecekti

Nasıl ki Avrupa Birliği’nin temelinde ekonomik işbirliği varsa Türk AB ilişkileri bakımından da Gümrük Birliği aslında AB yolunun en önemli kazanımıydı

Hatta bu anlaşmayı size en iyi özetleyeceğim dize

“Surda gedik açtık, mukaddes mi mukaddes”

Türkiye, gümrük birliği protokolünü kabul ederek, AB’ye dış ilişkilerini yönlendirme hakkı verdi. Türkiye, ön koşul olmaksızın AB’nin üye olmayan bir ülke ile imzaladığı (yani dünyada diğer tüm ülkeler) tüm anlaşmaları kabul etti.

Türkiye, gümrük birliğine girerek, kayıtsız şartsız AB gümrük birliği için yapılan yeni yasalara paralel yasaları yapmayı kabul etti.

Türkiye, gümrük birliğine girerek, tüm yasaları ve tek Türk hakimi olan Avrupa Adalet Divanı’nın kararlarını kabul etti.

Ve Milenyum neslinin dijital kıyamet beklediği ancak bir hayal kırıklığın yaşadığı 1999 senesinde Türkiye tarihi bir eşeği daha atladı ve Birliğe resmen üye adaylığı elde etti.

10–11 Aralık 1999'da yapılan zirvede Türkiye’nin AB’ye tam üyelik için adaylığı resmi olarak kabul edildi.

Bu zirvenin ardından Türkiye-AB ilişikileri yepyeni bir döneme girdi.

Türkiye için tarihi bir öneme sahip olan bu zirvenin sonuç belgesinde genişleme sürecindeki Türkiye’nin konumu ve Kıbrıs sorunuyla ilgili özel maddeler de yer aldı.

O günleri hatırlıyorum tüm gazetelerin manşetten Avrupa’dayız, Avrupalıyız, artık biz de AB’deyiz minvalinden manşetler attığı bir sabaha uyanmıştık

Zaten Adnan Menderes’le başlayan ilk başvurudan bu yana ne zaman bir gelişme olsa ertesi sabah aynı manşetler süslüyordu gazeteleri

Hatta gazete manşetlerinin de bir diyalektiği vardı

Avrupa’dayız, Avrupalıyız

Ardından AB’den küstah çıkış

Hristiyan Birliği Türkiye’yi istemiyor

Sonra yeniden Avrupa’dayız, Avrupalıyız

Aslında AB müzakere sürecimizin de bir özeti gibi bu Manşetler

Ancak ben bu videoda iğneyi de çuvaldızı da iki tarafa batırmak niyetindeyim

Bu müzakere süreci diplomasideki win win tabirinin yerini alabilecek bir lose lose hikayesi aslında

Kazananı yok kaybedeni çok bir süreç

Gelelim 2002 yılındaki Kopenhag zirvesine

Yepyeni bir iktidar, reformist söylemler ve Avrupa’nın son kertede şüpheyle yaklaştığı ve islamcı olarak nitelediği ama şans da vermek istediği Ak Parti’nin ilk yılları

Zirveye Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül’le adeta çıkarma yapan heyecanlı bir iktidar kadrosu gidiyor

Sözler veriliyor, teminatlar havada uçuşuyor, tüm şüpheleri bir kenara koyun ve bizi izleyin deniyor

Ve hakikaten de Kopenhag Kriterleri ülkede birer ikişer Ankara Kriterleriymişcesine hayata geçiyor

Düşünüyorum da Ak Parti’nin bu ülkeye yaşattığı ve belki de hala ekmeğini yemeye çalıştığı tüm kazanımların tohumu bu süreçte atılıyordu

2004 senesi Avrupa Birliği’nin tarihindeki en büyük genişlemeye tanık oldu. On ülke daha Avrupa Birliği fotoğrafına katıldı.

Bunlardan biri de sınır sorunlarını çözmeden birliğe kabul edilen Güney Kıbrıs Rum yönetimiydi

Ve Türkiye’nin AB macerasının kuyruğunu yutan bir yılana dönüşmesi de tam olarak burada başladı

O dönem Avrupa’da yönetimde olan liderlerin neredeyse tamamı bugünlerde farklı zamanlarda yaptıkları açıklamalarda bu kararın tarihi bir hata olduğunu itiraf ettiler

Avrupa Komisyonu 2004 yılı ilerleme raporu açıklandı.

Rapor Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli düzeyde karşıladığını belirterek katılım müzakerelerinin başlaması yönünde tavsiyede bulunuyordu ki bu iyi haberdi.

Hatta bu rapor tarihin en olumlu Türkiye raporuydu

15 Aralık 2004’de Türkiye ile müzakerelerin bir an evvel başlatılmasına yönelik Avrupa Parlementosu kararını oylayacak üyeler tarihi bir fotoğraf karesine de giriyorlardı

Ellerinde farklı dillerde evet yazan ve Türkiye AB bayrakları bulunan kartonları kaldırıyorlardı

Türkiye 2004 Aralık Brüksel zirvesine böylesi bir iyimser havada gidiyordu

Ancak bu tarihi zirvenin perde arkası da Çetin pazarlıklara sahne olacaktı

Türkiye için müzakerelerin başlaması şartları arasına Kıbrıs’ı tanıma şartı konulmak istendi.

Türkiye olarak biz buna karşı çıktık

Avrupa Birliği genişleme kararlarında bütün ülkelerin oy briliğiyle karar vermesi gerekiyor ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Türkiye arasında hukuki bir zemin olmasını bırakın limanlarımız birbirine bağlı değil, uçaklarımız uçmuyor

Avrupa için koca bir paradoks!

Uzun görüşmelerin ardından 17 Aralık 2004’de Brüksel zirvesinde Avrupa Birliği Konseyi 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile katılım müzakerelerine başlanması kararı aldı.

Müzakereler 3 Ekim 2005 günü gerçekten de başladı

61 yıllık bu uzun ince yolda istikrarlı giden tek şey konulan tarihlerde küçük de olsa adımların atılmasıydı

Fiili müzakereler başlamış tarama toplantıları başarıyla tamamlanmış hatta fasıllar müzakereye açılmaya başlamıştı ki işin rengi yavaş yavaş değişmeye başlamıştı

İşte tam olarak burası iğneyi de çuvaldızı da Avrupa Birliği’nin kendisine batırması gereken bir kırılma anıydı

Çünkü Avrupa Liderlerin söylemlerine göre bu zamana kadar böylesi reformist bir gelişmeyi hiçbir aday ülke gösterememişti

Türkiye üzerine düşenleri eksiksiz yerine getirmişti

Evet pürüzler vardı, evet aşılması gereken yokuşlar vardı ama Türkiye ev ödevlerine çalışan, sınavlarda terlese de soruları çözmeye çalışan başarılı bir öğrenciydi

Ancak hoca takmıştı bi kere

Hem de ne takma

Kıbrıs’tan ayrı,
AB içindeki şahin kanattan ayrı,
AB’de Müslüman bir ülkeye yer yok tayfasından ayrı,
AB’nin doğu sınırının Irak, Suriye, İran olmaması gerektiğini düşünenlerden ayrı ve Türk göçünden korkanlardan ayrı bir şekilde notlar kırpılıyordu

Bu büyük bir haksızlıktı

Eğer Adalet Ve Kalkınma Partisi iktidarının bugününden şikayet ediyorsa AB 2004 sonrası tavrına da bakmalı. Hatta sadece 2004 sonrası tavrına da değil

2015 hain darbe teşebbüsünü izleyip duruma göre pozisyon alma teşebbüsü de AB tarihinin en karanlık, utanç verici bir anısı olarak kalacaktır

2 ileri bir geri kimi zaman 2 geri bir ileri kimi zaman masa devirme aşaması, kimi zaman vize serbestiyeti gibi cümleler işittiğimiz tuhaf bir ilişkiydi Türkiye-AB ilişkisi

Ancak 3 Ekim 2005 katılım müzakereleri resmen başladı

Eğer dönüm noktalarını söyleyeceksek Menderes’in başvurusu neyse, Özal’ın teşebbüsü neyse, Abdullah Gül’ün Kophenhag’ı, Erdoğan’ın helsinki’si neyse 2016 16 Aralık günü Ahmet Davutoğlu’nun Vize serbestisi diyaloğunu başlatan imzası da odur

Evet Türkiye ve AB 16 Aralık 2016’da 1980 darbesi sonrasında vatandaşlarımızın önüne konulan vize engelinin aşılması için önemli bir adım atılmış oldu.

2006 -2010 yılları arasında 13 fasıl açabilen Türkiye 2012 -2013 döneminde yalnızca 1 fasıl açabildi

Türkiye bütün engellere rağmen Avrupa birliğine üyelik sürecini kararlılıkla sürdürdü

AB aynı kararlılığı gösteremedi ta ki Avrupa’yı sarsan göç krizine kadar.

Avrupa iki bin on beş yılında İkinci Dünya savaşından bu yana yaşanan en büyük göç kriziyle karşı karşıya kaldı.

İç savaş yoksulluk terör ve siyasi baskılar nedeniyle Suriye’den kaçan birçok insan ölümü göze alarak Ege Denizi üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalıştı.

Göç krizi Türkiye avrupabirliği ilişkilerinde ibrenin bir kez daha Türkiye lehine dönmesini sağladı.

29 Kasım 2015 tarihli Türkiye Avrupa Birliği zirvesiyle başlayan bu süreç 7/18 Mart 2016 ile devam etti ve ilişkileri ivme kazandı.

Zirvelerde katılım müzakerelerinin yeniden canlandırılması Türkiye Avrupa Birliği üst düzey diyaloğunun güçlendirilmesi.

Vize serbestisi diyaloğu sürecinin hızlandırılması.

Göç yönetiminde yük paylaşımı terörle mücadelede işbirliği Gümrük birliğinin güncellenmesi gibi ilişkilerimizin her boyutunda önemli kararlar alındı

Zirvelerde alınan kararların en önemli yansıması daha önce üzerinde engeli bulunan iki faslın daha müzakerelere açılmasıydı

Avrupa Birliği Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine ne evet diyebiliyor ne de Hayır diyebiliyordu

Ancak göremedikleri nokta Türkiye gibi bir ülkenin katılımı sıradan bir genişleme hamlesi değil Birliği küresel aktör sıralamasında ilk ikiye sokabilecek bir potansiyeli taşıyacaktı

Oysa gelinen noktada dağılan birlik görüntüsü ve nihai sonuç Brexit!

2 darbe, 1 postmodern darbe, bir e muhtıra gören AB — Türkiye ilişkileri ne yazık ki en zor sınavını 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünde verdi

Meclis’i bombalanan bir aday ülke vardı ortada
Halkın oylarıyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’na suikast için gönderilen timler vardı ortada

Ama Avrupa Birliği üye ülkeleri ve onların liderleri sürecin şekilenmesini beklediler

Ve daha sonra da bu hain darbe teşebbüsüne kalkışan yapıya insan hakları çatısı altında kol kanat germeye devam ettiler.

Gelinen noktada

Küresel ekonomik sistemi etkileyen gelişmeler Türkiye ve AB’nin ortak çıkarlarının daha fazla korunması gerektiğini ortaya koymuş durumda.

Avrupa Birliği — Türkkiye ilişkilerinin Adnan Menderes’le başlayan Özal’la devam eden, Erdoğan’la zirve yapan, Ahmet Davutoğlu’yla vizesiz Avrupa’nın sınırlarında dolaşan serüveninde gelinen son nokta

25 Mayıs 2017 tarihinde yapılan ve ne yazık ki iki taraf için de dostlar alışverişte görsün minvalinde ele alınan Varna Zirvesiydi

Zirvede Türkiye’nin aday ülke statüsü en üst düzeyde teyit edilirken Türkiye Avrupa Birliği birlikteliğinin önemi liderler tarafından bir kez daha dile getirildi

Ve gelelim sonuç bildirgesine

Yazı, Türkiye — AB ilişkilerinin derli toplu ele alındığı ver gelcek nesillere detaylı bir araştırma yapmalarına köşe başı noktalar sunduğu bir içerik oldu

Bu yazıyı yazma amacım da tam olarak Hrant’ın, Birand’ın AB rüyasına inandığı değerlere olan inancımı tarihe not düşürmekti

Diyorum ya olur da bir gün Avrupa Birliğine girersek işte o gün iki karanfil alıp iki farklı mezara gideceğim

Ve Viktor Hugo’nun 1870 yılında evinin bahçesine diktiği meşe tohumunun sürreal bir benzerini sizlerle paylaştım

Ve son olarak

Stefan Zweig düşlediği birleşik Avrupa’yı görecekken kıtasında iki büyük savaş gördü ama o ikinci büyük yıkımın hemen ardından da AB tohumları ekilmişti

Şimdi de İtalya’da, Sırbistan’da, Fransa’da Çin bayrakları, Rus kamyonetleri geziyor ve AB bayrakları indiriliyor olsa da ben tıpkı İkinci Dünya sonrası dönemin ardından filizlenen bir tohumun atılacağına inanıyorum

yeni güçlü ve büyük Avrupa’nın Türkiye ile birlikte haraket edeceği düşünseyile videoyu sonlandırıyorum

Yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye’de orada yerini alacak

Çünkü demokrat bir Avrupa’nın da dünyanın da demokrat bir Türkiye’ye ihtiyacı var!

--

--

No responses yet