“Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı” Peki ya kadınlar olmasaydı?
Bu yazı Masa Dergi mart sayısında yayınlanmıştır*
Popüler kültür için Metin Scorsese, Steven Spielberg, George Lucas ne anlam ifade ediyorsa bağımsız sinema için Richard Linklater az çok o manaya geliyor diyebiliriz. Linklater sinemasındaki filmleri bir kenara koyup ‘Before’ Trilogy olarak isimlendirilen Before üçlemesiyle başlamak istedim bu yazıya
Çünkü bu yazıda kadının gücünün ne denli destansı bir büyüklük olduğunu sanattaki izleri üzerinden ele almak istiyorum
Ve bunu yapmak için de gelin isterseniz Philadelphia sokaklarına gidelim. 90’ların başı büyük filmler çekme hayali kuran, sinemada yeni şeyler denemek isteyen genç Linklater büyük taş binalar, bir dağa tırmandığınız hissi veren büyük merdivenlerin arasında Philadelphia caddelerinde dolaşıyordur. Amy Lehrhaupt ile de böylesi bir günün akşamında tesadüfen tanışmıştır
Before Sunrise filmindeki o sinema tarihine geçen trenden iniş teklifi gibi bir teklif söz konusu oldu mu bilinmez fakat bildiğimiz o ki Linklater ve Lehrhaupt sabaha dek Philadelphia sokaklarında dolaşırlar.
‘’Yolda karşılaşan iki insan, birbirlerinden gözlerini kaçırarak geçip gitmek yerine, ruhlarının karşılaşmasına izin verirler. Ve böylece bir Richard Linklater filmi başlamış olur’’ sözünün çıkış noktası tam olarak bu yürüyüştür.
Philadelphia’nın o ikonik ‘museum of art’ girişine çıkan 72 basamaktan oluşan merdivene çıkıp bir Philly steak yemişler midir bunu ikisi haricinde kimseler bilmeyecek
Ancak bildiğimiz o ki birbirlerinin ruhlarına temas etmişlerdir. Ve o temas sayesinde Before Sunrise — Before Sunset — Before Midnight filmleri ortaya çıktı
‘Yaralı, herkes tepeden tırnağa yaralı’ diyen Sezen’i bir kez daha haklı çıkaran bir trajedi ise tam olarak burada başlıyor
İlk film 1995’de vizyona giriyor ama Amy Lehrhaupt 9 Mayıs 1994’te trafik kazasında hayatını kaybediyor. Ve Linklater bunu film vizyona girdikten sonra öğreniyor. Hatta öyle ki filmin çekimlerine başlangıç tarihiyle trajik kaza neredeyse aynı günlere denk düşüyor
Richard Linklater’daki Amy Lehrhaupt hep yaşadı. İçinde yaşattığı Amy’yi önce Viyana’da bir trenden indirdi, ardından Paris sokaklarında dolaştırdı. Yunan adalarında çocuklarıyla geçirdiği güzel günlere kadar ulaştırdı
Büyüttü, kariyerine yön verdi, sevdirdi, seviştirdi, ikizlerini doğurttu. Kısacası sanatın yaratma gücüyle Amy’yi yaşattı. Bizi de buna tanık kıldı
Asıl yazmak istediğim de tam olarak buydu işte
Sanatçıların içinde yaşattığı kadınlar.
Düşünsenize ya olmasalardı?
Sevin Seydi olmasaydı Tutunamayanlar belki olurdu ama Tehlikeli oyunlar, Korkuyu beklerken yazılabilir miydi emin değilim.
Sarı saçlarını gönlüne bağlayan Karakoç’un gizemli sevdalığı olmasaydı biz öğrenebilir miydik her nesenin bir bitiminin var olduğunu ama aşka hududun çizilemediğini. Elbette başka bir yerden öğrenirdik yıllar sonra. Belki de Interstellar filminde kızı Murphy’le iletişiminde vakıf olurduk bu sırra
Ya Tomris Uyar olmasaydı ne olurdu ikinci yeni?
Orhan Veli’nin ‘edebiyat tarihçileri bulsun’ dediği gizemli sevgilisi olmasaydı garip akımı ne olurdu hiç düşündünüz mü?
Sait Faik öykülerini düşünün; Burgazadalı’nın içinde yaşattığı kadınları çıkarın bakalım ne oluyor öyküler
Nazım ve aşk şiirleri yazdığı kadınları uzun uzun yazmayacağım onların her biri bir başka dosyanın konusu olur.
Mona Rosa’sı olmasaydı Sezai Karakoç elbette şair olurdu ama onu içinde böylesine naif yaşatmasaydı bize yazık olurdu
Gala olmasaydı Salvador Dali’ye ne olurdu. Masa olarak sırf bu konu hakkında Ocak sayımızda sayfalarca yazı yazdı arkadaşlarımız
Nazım’ın annesi Celile Hikmet olmasaydı Yahya Kemal’in ‘’meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan’’ dizeleri olmazdı. Zaten Nazım da hocasının cebine koyduğu notla bu geminin kalkması gerektiğini bildirmişti zamanında
Kafka’nın platonik Milena’sı olmamış olsaydı neler eksik kalırdı edebiyat dünyamızda bir düşünün
Yaşar Kemal kitapları dünyanın neredeyse tüm dillerinde okunuyorsa. Thilda Kemal’in Yaşar Kemal’e dokunuşunu kim inkar edebilir.
Aslında anlatmak istediğim kadınlar için var olan erkekler ve bu kadınların sanata izdüşümü hikayesini sadece gözüyle kartal avlayan yazarın, İnce Memed’i boğazın buz tuttuğu o tarihi kar fırtınasında Thilda’yla ısınabilmek adına odun alacak para için Cumhuriyet’e yazmış olması bile başlı başına yeterdi
‘Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia’ dizelerindeki Lavinia’nın kim olabileceği edebiyat arkeologları için az çok tahmin edilebiliyor ancak siz yine de düşünün bir Lavina’sı olmasaydı Özdemir Asaf’ı
Öyle işte sanatçının içinde bir yerlede;
’Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım’ dediği birileri yaşıyor ve o kadını Richard Linklater’ın yaptığı gibi büyütüyor, sevdiriyor, seviştiriyor, yaşatıyor
Bu hikayelerden kalan tortu da romanlara, filmlere, şiirlere konu oluyor
Özetleyecek olursak;
Bir gün Philadelphia sokaklarında bir kadınla yürürsünüz ve o kadın sayesinde artık sanatçısınızdır.
Öyle ya Albert Camus’un da dediği gibi;
“Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı.”