Cold War / Botlarımız su alıyor, ayaklarımız ıslanıyor ve üşüyoruz

Cengizhan Çelik
3 min readDec 22, 2018

--

Sinemada, tiyatro ve romanda yer alan anlatının özüne inildiğinde şöyle bir tez var; Tüm anlatılar aslında William Shakespeare’den türemiştir.

Tragedy Of Romeo And Juliet / Tragedy Of Macbeth / Tragedy Of King Lear / Tragedy Of Hamlet, Prince Of Denmark / Tragedy Of Othello, The Moor Of Venice

Bunların milyon farklı versiyonu günümüze gelir ve gelecekte de gelmeye devam edecek.

Paweł Pawlikowski’nin yönettiği 2018 çıkışlı Polonya yapımı Cold War filmini izleyince aklıma da bu geldi

Nesillerden nesillere aktarılan sözlü edebiyat ürünlerinde, yazının icadından sonra ortaya çıkan unutulmaz eserlerin hemen hemen hepsinde yer alan aşk temasını Shakespear’in temalarından bağımsız olarak Aşık Veysel’in şu cümlesi özetliyor;

“Seversin, kavuşmazsın, aşk olur”

“Ida” ile En İyi Yabancı Film Oscar Ödülü kazanan Pawel Pawlikowski’nin Cold War’ı Cannes Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülünü aldı.

İzlediğim filmlerden sonra Medium’a yazdığım yazılarda filmleri uzun uzun anlatmak istemiyorum. Merak edenler izlesinler. Ben daha çok tarihe not düşmenin heyecanıyla yazmaya başlıyorum. İzlediğim filmlerin, okuduğum kitapların, dinlediğim şarkıların benim zihnimde oluşturduğu imgelerin kaybolmaması benim derdim. Söz uçar, yazı kalır gerçekliğidir bana bu satırları yazdıran.

Dediğim gibi filmi anlatmak yersiz; Film 2018'in en iyi filmleri listemde ilk 3'te yer alıyor ve sizi 88 dakika boyunca şiir gibi fotoğraflar eşliğinde 1940'ların –1950'lerin Varşova, Berlin ve Paris’inde gezdiriyor.

İnsanlık tarihi boyunca şehirlere her zaman bombalar yağıyor ve bu esnada insanlık var olduğu müddetçe Ahmet Kaya’yı haklı çıkarırcasına birileri seviyor, sevişiyorlar… Dün, bugün, ve yarın…

İnsanlık tarihinin belki de en konforlu dönemlerinden birinin içindeki jenerasyon olarak tarihe geçebiliriz.

Chuck Palahniuk’in de dediği gibi;

Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz.Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.

Bu kültür erezyonu içinde ruhumuzun derinliklerine bombalar yağıyor

Ezici bir çoğunluk var ki insanlık onurunu, aşk, sevgi, tutku adı altında ayaklar altına alıyor. Bu duruma isyan etmek isteyen ama dile getirmekten korkan bir grup azınlık ise adeta sessiz çığlıklar eşliğinde yalnızlığından artık keyif alıyor.

Günümüzde hala sürgünler, savaşlar, kıyımlar gerçekleşiyor ama artık insanlığın büyük bir çoğunluğu konfor alanlarında yapay adalarda nefessiz kalıp antidepresanlara sarılıyorlar.

Sevgi, Tutku, Aşk gibi kavramlar unutturuluyor.

Daha iyisi, daha güçlüsü, daha güzeli illüzyonu ile insanlar acılarından beslenmek ne demek bilmeksizin farkındalığın o eşsiz değişimini tadamıyorlar…

Ruhumuza yağan bombalara, bizi nefessiz bırakan kültür soykırımına karşı durmaya çalışan ve sessiz çığlıklar içinde yalnızlığı seçmeyen insanlar da çağın aydınları olarak isimlerini savaş meydanlarına yazıyorlar

Pawel Pawlikowski’yi de bu şekilde anmak lazım. Çünkü Cold War’ı sanatsal anlamda bir duruş. Bir çığlık!

Tıpkı Michael Curtiz’in Casablanca’sı gibi, tıpkı Frank Capra’nın It’s a Wonderful Life’ı gibi

Film için söylenecek son şey ise;

Botlarımız su alıyor. Ayaklarımız ıslanıyor ve biz üşüyoruz. Ürperiyoruz. Bu anlarda Polonya’nın halk türküleri devreye giriyor ve bizi ısıtıyorlar. Ama filmden çıktığımızda ıslak ayaklarımızı ve ruhumuzun derinliklerindeki o bombaların izlerini hatırlıyoruz.

Filmin ismi Soğuk Savaş!

Belki de en soğuğu kimi zaman korkunç bir gerçekliktir.

Hayatları boyunca hiçbir zaman bir taraf seçemeyen, bir tarafa ait hissedip huzurlu olamayanların “diğer yamaca gidelim oranın manzarası daha güzel” cümlesindeki gerçekliği unutabileceklerini sanmıyorum

--

--

No responses yet