Ayırdetmek güç oldu doğru ile eğriyi New York sokaklarında!
12 Nisan günü başlayan ve 12 Mayıs günü sona eren 1 aylık New York günlerimi yazmak istedim
Öyle ya dediğim gibi;
Kötü fotoğraf çekerim, öyle gittiğim yerlerden videolar falan çekemem ama yürüdüğüm şehirleri, kaybolduğum sokakları, yanlış yollara sapıp bu yanlış yollardan bilerek isteyerek yürüyüp yeni rotalar çıkardığım o tüm güzellikleri sadece kelimelere aktarabiliyorum
Şu ahir ömrümü size bir cümle ile özetlemek zorunda kalsam muhtemelen şu olurdu;
Hayal kuran, kurduğu hayale giderken asla tutarlı bir yol izlemeyen ve bunun sonucunda da başarısızlıklar bütünü içinde kalan, ancak ortaya çıkan fotoğrafa baktığında da hayalinin de ötesinde bir gerçeklikle karşı karşıya kalan bir adamım ben
Uzun oldu farkındayım
Zaten kısa cümleler kurmayı seven bir adamın kendisini bu cümleyle anlatması da bahse konu tutarsızlıklarına enfes bir örnek olmadı mı ?
Ama yine de anlaşılabilir olmak adına yukarıda yer alan o uzun ve yorucu cümleyi (yine yeniden) bir metaforla anlatmak istiyorum
A noktasından B noktasına bir rota, bir hedef çizgisi çiziyorum her defasında
Ve bilin bakalım ne oluyor?
Hegel’in diyalektiğine rahmet okuturcasına A’dan başlayan yolculuk zirveler ve çukurlarla dolu bir grafik içinde devam ediyor
0 dereceden 100 dereceye saniyelerde çıkan Pastorize işlemi gibi adeta hayatım
Ama gelinen noktada hedefimi koyduğum B’den belki çok uzaklardayım ancak Z’ye de varmak üzereyim ve yeni bir A noktası beni bekliyor
Size New York’u anlatacaksam buraya neden geldiğimi bilmeniz gerekir düşüncesindeyim
‘’Yoldan Çıkan Yazarlar’’ ismiyle bir mini belgesel çekmek için yollara düşmüştüm
Bunu yaparken de tarihi bir kavşakta bulunan, köprüden önceki son çıkışta duran Türk — Amerikan ilişkileriyle ilgili videolar çeker, gazeteciliğe bir müddet buralardan devam ederim diyordum
Yoldan çıkan yazarlar demişken sunumda aynen şöyle bir cümle vardı ki burada yaşadıklarımdan sonra okuyunca kelimelerin kaderlerimizi nasıl şekillendirdiğine bir kez daha tanıklık ediyorum
Sunum şu cümleyle başlıyordu;
Evimi bıraktım ve yoldan çıkan yazarların evlerine gidecektim
Sadece evileri de değil. Evine giden yollar, o yolların kesiştiği caddeler ve tabi yol üstündeki köprüler hepsini size aktarmak istemiştim.
Bir yandan Amerikan siyasi tarihine ışık tutan dönemi, diğer yandan da yazarı tanımak için Boston, New Jersey, Harlem, Washington, New Hampshire, Los Angeles ve Miami arasında uzun bir yolculuğa çıkacaktım
Emily Dickinson
Mark Twain
John Steinback
Maya Angelou
Walt Whitman
J.D Salinger
F. Scott Fitzgerald
Ernest Hemingway gibi isimlerin evlerine gidecektim
Türkiye’den bir iki platformla da görüşmüştüm projeyi ama ben yola çıktığımda ne mektup geliyordu, ne haber onlardan
Neyse işte kendimi yola atmıştım ama bu projeyi gerçekleştirecek bütçem olmadan
Ben de kendi bütçemle yola düştüm.
Bu yolda ilk durağım New York’tu. Filmlerde bize ‘’Amerikan Rüyası’’ diye pazarladıkları New York !
Herkesin bütün sorunlarını kafasında bitirip Central Park’ta koşmaya çıkıp, ardından Soho’da bir akşam üzeri kahvesini yudumladığı Manahhtan diye yazacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz
Geç bunları anam babam geç bunları diyerek gezdim ben Bronx sokaklarını, Brooklyn’de, Queens’de gerçek ‘’Amerikan Rüyası’’ deneyimiyle yüzleştim
Filmlerde gördüğünüz, dizilerde arka planı oluşturan o yapay set dizaynı gibi olan New York’u anlatacak değilim size
Bunun için yallah Youtube’a !
Ben size Long Island’ı, Braynt Park’ı, Port Auhtorty’i, her akşam New York’dan New Jersey’e Lincoln tüneliyle giden insanları anlatacağım biraz.
Ve tabi Queens’i
Zaten Queens’i anlatmasam olmaz
Ben en çok Queens’i sevdim
Beynimdeki depolama kapasitesinin %93’ünü şarkı sözleri kaplıyor
Ciddiyim !
İşte Queens’ten Manahhtan’ı izlediğim o anı hatırlayınca da aklıma yine yeniden şarkı sözü geldi
‘’Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bi’ taşa
Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar’a doğru’’ diyordu ya Sezen
Bu arada gündem dışı söz alacağım ama hayatlarımızdan Sezen’i çıkarsak, şarkı sözlerini, yorumlarını çıkarsak ne kadar büyük bir şey de bizimle gidecek farkında mısınız?
Neyse öyle işte benim için New York’un en özel 3 anından biriydi Queens’ten Manahttan’a doğru baktığım o mehtaplı gece!
Ne yapacaktım bundan sonra
Nasıl yapacaktım
10 yıl sonra nerede olacaktım
Hepsini tek tek anlattım
Kiraladığım arabanın sahibi Long Island’daydı
Ve zaman zaman yolum o ormanların içinde saklanmış bu muhteşem yere düştü. O anlarda hep aklıma Big Fish filmindeki o ütopik kasaba geldi
Evet arkadaşlar, evet dostlarım ütopyalar güzeldir!
Big Fish filmindeki evlere benzeyen evler arasından geçerken hissettiğim şey şuydu;
O güzel insanlar, o güzel atlara binip gitmiş olamazlar burada yaşıyor olabilirler!
Yazının başında kendimi anlattığım cümlede demiştim ya hayal kuran adamım ben diye
Vardı zaten böyle bir hayalim;
Hatta hayalden de öte zihnimdeki cennet tasviriydi bu Big Fish kasabası
Nerede olduğunun hiç bir önemi yok! Amerika ya da Türkiye ama havası başka, suyu başka bir memleket gibiydi Long Island!
Her gidişin bir de dönüşü vardı tabi
Kaldığım yer New Jersey’in Manahttan’a bakan bir kıyı kasabası Clifside Park’tı
Bu nedenle her New York deneyimim sonrasında Port Authority Midtown Bus Terminal’e koşuyordum
Sadece ben değil
New Jersey’de yaşayıp New York’da çalışan insanlar da bunu yapıyordu.
Yalova’da yaşayıp İstanbul’da çalışmak gibi bir nevi
Bu iki eyaleti George Washington köprüsü ve Lincoln Tuneli birbirine bağlıyordu
İflah olmaz bir Abraham Lincoln hayranı olan benim tercihimin ne olduğunu tahmin etmekte zorlanacağınızı sanmıyorum
İşin doğrusu hayranlıktan değil mecburiyettendi bu seçim. Manhattan’a araba sokacak kadar ekonomik özgürlüğümü elimde tutamıyorum en azından şimdilik
Zaten Sina’nın rızkını da Manhattan otopark mafyasına verecek değildim
Bu arada eğer yolunuz New York’a düşerse mutlaka ama mutlaka Katz’s Delicatessen’e uğrayın ve bir pastrami sandwich yiyin
Unutulmaz, unutulmaz Katz’s’de yenilen pastrami unutulmaz!
Ve Bryant Park!
Benim için New York demek Bryant Park demek
Şair motorları maviliklere buradan sürmedi ama şayet bu parkı ve bu parktaki insanları görmüş olsaydı motorları maviliklere işte bu parktan süremeye başlayacağız çocuklar derdi
Hani sabitlenmiş tweetimde diyorum ya
‘’Ben hiçbir ülkeden, hiçbir şehirden, hiçbir kabileden değilim. Ben yolun oğluyum. Bütün diller ve bütün dualar benimdir. Ben onların değilim’’
İşte Bryant Park’a gelen, orada oturan, yemek yiyen, kitap okuyan, sevgilisiyle bir banka oturup tüm sorunlarını çözen hiçbir ülkeden, hiçbir şehirden, hiçbir kabileden olmayan insanlardı onlar
Ruhuma işledi o küçücük park yeryüzünde bir cennetin varlığını
Öyle ya da böyle çıkmaz sokakların, yokuşların, inişlerin, çıkışların sonucunda bir Braynt Park’ın var olduğu gerçekliği ile dönüyorum biraz da New York’tan
Bir ay boyunca kaldığım odanın camından Braynt Park gözükmüyordu ama ona doğru giden yolun başlangıcıydı
Öyle ya ne diyordu şair ;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
ps: Ve unutmadan kan şekerimi dengeleyen aklıma geldikçe kendimi mutlu hissetmemi sağlayan, dünyanın neresine gidersem gideyim artık benimle gelecek olan bu şeker New York’da deneyimlediğim tüm hikayenin tek tanığıydı