35. yaşımda kendime verdiğim hediye
Orhan Veli’nin kendi hayatını yaş yaş anlattığı bir şiiri vardır bilirsiniz;
Ben Orhan Veli 1914'te doğdum
1 yaşında kurbağadan korktum
2 yaşında gurbete çıktım
7'sinde mektebe başladım
9 yaşında okumaya
10 yaşında yazmaya merak saldım
13'te Oktay Rıfat’ı
16'da Melih Cevdet’i tanıdım diye devam eden o meşhur şiir
Çok aşık olduğunu ama hiç evlenmediğini söylediği o enfes şiir…
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye mısra-i meşhurunun yazarının kendi hayat hikayesini anlattığı o şiir…
31 Aralık 2022'de 35. yaşıma giriyorum
Dante gibi ortasındayız ömrün dediğimiz dakikalara ya da Candan’ın ‘Eyvah sen şimdi 35’nde ne kafa ütülersin’ dediği yaşa.
Düşündüm de kız haklı. Bu tarz romantik durumlar karşısında çok yükselenen bir adamım… Hem de ‘Yazık oldu Süleyman Efendi’ye’ şeklinde meşhur bir mısram dahi yokken
Romanlarla yaşıyor, öykülerden etkileniyor, gönül veriyorum şiire gazele…
Frank Sinatra’nın da dediği gibi
Hayatı dolu dolu yaşadım
Her yolu baştan sona dolaştım
Ve dahası , çok daha fazlası,
Hepsini keyfimce yaptım!
Pişmanlık mı?
Var elbette biraz
Ama sözü edilmeyecek kadar az
Hep yapmam gerekeni yaptım
Konuyu dağıtmakta bir dünya markasıyım, konumuza dönecek olursa bu yazıyı yazma nedenim sözün uçması, yazının kalması ve benim Burgazada’dan kalkan vapurla Kadıköy’e dönerken hissetiklerimi Sina’ya aktarma telaşım
Orhan Veli’nin kendi hikayesini yaş yaş şiirle anlattığı gibi bir şiir yazabilseydim şayet ‘34’te ilk öykü kitabımı yayınladım ve Sait Faik Hikaye Armağanı’na başvurdum’ derdim…
Bu cümle benim için istikrarlı hayalin hakikate dönüşmüş olmasının ete kemiğe bürünmüş olmasıydı
Bu ödülü almaktan bahsetmiyorum bu ödüle başvurmak için niyet mektubumu yazmak benim için ödül kadar değerliydi.. Öyle ya hak ediyordum bu ödüle başvurmayı.
Ödüle başvuru şeklim de Candan’ı haklı çıkarcak şekilde baya kafa ütüleyici ama size özet geçmek isterim;
Doğum günümden bir gün önce Burgazada’ya geldim, kendime bir gün hediye ettim. Kendimle baş başa bir yemek yedim. Ben, bana ısmarladım…
Sait Faik müzesine gittim, adamın yatak odasındaki aynasında mirror selfie falan çektim.
Evin duvarında yazan şu cümleye kalbimi bıraktım;
Sonrasında niyet mektubuna şu cümlelerle başladım;
Sevgili Darüşşafaka Ailesi
Bu niyet mektubumu yazmak için Üsküdar’daki evimden kalktım Burgazada’daki bir eve uğradım
O evin duvarında şöyle bir yazı vardı;
‘İnsan sevdiği insana mektup yazmak için bu saatte kalkmalı ve bir kır kahvesine gitmelidir’
Bütün Burgazada’yı dolaştım kuvvetle muhtemel aralık ayı olmasından sebeple bir kır kahvesi bulamadım…
Ama bu yolculuk beni Kalpazankaya’da gün batımına götürdü.
Güneş batmak üzereydi…
Ben zaten bu mektubu sizin aracılığınızla Kalpazankaya’da güneş battığında, dalgaları boyayan, ufku bir dilim ekmek gibi kızartan o güzel adama yazıyorum gibi hissediyorum.
Benim de hiç niyetim yok şimdi dünyanın tasvirini yapmaya.
Ben derdimi direkt anlatmalıyım…’’ diye devam eden bir mektup.
Neyse işte hikaye böyle
Kadıköy vapurunda sahlep ve kahve kokusu eşliğinde bu satırları yazıyorum
Ve doğum günümde kendime güzel bir hediye vermiş olmanın huzuruyla şimdi de eve dönüyorum
Ben Cengizhan Çelik, 31 Aralık 1987’de doğdum.
‘34’te ilk öykü kitabımı yayınladım ve Sait Faik Hikaye Armağanı’na başvurdum’
Dante gibi ortasındaysak ve ikinci yarıya çıkacaksak söyleyecek tek şeyim;
Hayat sana teşekkür ederim